Öne Çıkanlar
Sen hiç durma Dirmit Kız!
Gabriel Garcia Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık’ın arka kapağında yer alan yazısını şöyle bitirir: “Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.”
Okuyanlar bilir, oysa o kitapta ne inanılmaz olaylar anlatılmaktadır. Bu sebeple Marquez’in bu cümlelerini oldukça dikkat çekici bulmuştum. Temelinde bambaşka bir gerçekliğe dayansa da Latife Tekin’in “Sevgili Arsız Ölüm” kitabını okuduktan sonra da bu cümleleri gülümseyerek anımsamıştım.
Sevgili Arsız Ölüm’ü üniversitede aldığım zorunlu Türk Dili ve Edebiyatı Dersi için okumuştum. Neredeyse 15 yıl olmuş. Kitapla ilgili pek çok detayı bugün hatırlamasam da kitabı bir çırpıda nasıl okuduğumu ve cümlelerin birbiri ardına nasıl su gibi aktığını çok net hatırlıyorum. Kitap okumamıştım da bir masal dinlemiştim sanki. Hikâyenin temposunu ben değil yazar belirlemişti. Hakkında konuştuğum kim varsa “İncecik bir kitap, hemen okursun” deyişim sanırım bu yüzden. İncecik değilmiş, bugün şaşkınlıkla fark ettim ki kitap 240 sayfa.
Konusu ise hem tanıdık hem değil. Köyden kente göç eden bir ailenin şehirde tutunma serüveni, farklı şekillerde karşımıza çıkmış bildiğimiz bir hikâye. Değişimi dört bir yakasından çekiştirip duran gelenek, muhafazakârlık, din, korkular, arzular ve tüm bunların ortasında savrulan insanlar. En çok da kadınlar. Bu kitaptaki hikayeyi farklı kılan ise bu serüvenin ortasında bir türlü “duramayan” bir kız çocuğu ve olayların bu kız çocuğunun gözünden aktarılış şekli. Direnen, direndiği ölçüde yaralanan yine de gerçekleri eğip büküp kendi gerçekliğinin peşine düşen ve belki de bu sayede direnmeye devam edebilen bu çocuğun hikâyesi beni derinden etkilemişti.
“Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit” ise kitaptan uyarlama bir tiyatro oyunu. Oyunu ilk gördüğümde çok üzerinde durmamıştım açıkçası. Malum, kitaptan uyarlanan eserler risklidir. İster istemez kıyas konusu olur orijinal ve uyarlama eserler. Üzerine bir de tek kişilik bir oyun, hiç tanımadığım bir oyuncu, çok etkileyici ancak karanlık olarak hatırladığım bir hikâye. Uzun süre gitmedim. Sonra fikrine güvendiğim bir arkadaşım tavsiye etti ama bu sefer de türlü sebeplerden ben gidemedim. Derken, nihayetinde Ekim ayında Moda Sahnesi’nde izleme şansım oldu. İyi ki de oldu.
Oyunu çok ama çok beğendim. Bende kitaptakinden daha farklı ama eşdeğer güzellikte bir tat bıraktı. Tek kişilik, tek perdelik ve yaklaşık 1.5 saat süren bu performansı kâh gülerek kâh gözlerim dolarak pür dikkat izledim. Tek kişilik uyarlamasıyla aslında daha çok dinlenesi olacağını düşündüğüm bir tiyatro oyununu bu şekilde izlenesi bir biçimde bulmak oyunun başarısını benim gözümde ortaya koyuyor aslında. Üstelik oldukça minimalist bir yapım. İzlerken bilmediğim, sonradan öğrendiğim çok da güzel bir çıkış noktası var oyunun: Nezaket Erden’in yüksek lisans bitirme projesi. Başarılı bulunup güzel tepkiler alınca da şimdiki haline evrilmiş. Oyunun yönetmeni Hakan Emre Ünal ve oyuncu Nezaket Erden birlikte uyarlamış eseri. Tüm dekor bir saksı çiçeğinden ibaret. Dolayısıyla seyircinin odağında sadece iki nokta beliriyor, metin ve oyunculuk.
Metin kısmı için yorumlar kitabı okuyan ve okumayan kişiler için farklılaşabilir. Hatta bu farklılık kitabı okuyanlar için de söz konusu olabilir belki. Çünkü dediğim gibi kitabı okuyalı çok uzun zaman olmuştu. Kafamda detayı az ancak duygusu öz bir hikâye ile gittim oyuna. Kasvetin hâkim olacağını beklerken o ağır duyguların mizahla, kara mizah diyelim hadi, yoğurulup hafiflediği bir metin çıktı karşıma. Tiyatroda mizah yapmanın en zor işlerden biri olduğunu düşünürüm. Komik olma çabası yerinde ve dozunda olmayınca basit ve çiğ bir şekilde sonuçlanabiliyor. Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit’te bu dengeyi çok güzel yakalamışlar. Gözyaşının gülümsemeye, kahkahanın hüzne döndüğü sahnelerde geçişler çok başarılı ve doğal. Nezaket Erden müthiş bir performans koymuş ortaya. Kendisini ilk kez de izlemiş olmanın etkisiyle sanırım, şu an gözümde o kadar “Dirmit Kız” ki kendisi, bu imajı değiştirmek için onu Nezaket Erden olarak görmeye ihtiyacım olabilir ☺
Oyunun bu denli başarılı olmasında bir yüksek lisans projesi olarak başlamasının etkisi büyük olmalı. Daha en başında bambaşka bir amaçla seçilmiş ve inanılmış bir iş. Sonrasında da üzerine çok çalışılmış belli ki. Nezaket Erden Onur Şimşek ile yaptığı röportajında, orijinal eserin yazarı olan Latife Tekin ile yürütülen sürecin de çok kolay olmadığını ama sonunda varılan noktadan herkesin mutlu olduğunu söylemiş. Bu süreçte eserin yazarına derdini anlatabilme ve mahcup olmama çabasının titizliği buradaki sözlerinden anlaşılıyor. Öte yandan Latife Tekin’in oyuna yönelik herhangi bir yorumuna denk gelemedim ve bunun büyük merakı içerisindeyim ☺
Oyunun bende kitaptakinden daha farklı ama eşdeğer güzellikte bir tat bıraktığını söylemiştim. Bunu daha çok bir duygu durumu olarak tanımlarsam yanlış olmaz. Tam olarak ifade edemeyeceğimden çekindiğim için olsa gerek duyguları ifade etme süreçleri daha çok düşündürür beni. Bu yüzden oyun hakkında konuşmak da yazmak da zordu benim için. Nasıl ki kitaba ilişkin sohbetlerde “Çok güzel ya, oku sen. Anlayacaksın ne dediğimi.” dediysem eşime dostuma, oyun için de benzerini demek en kestirme yol olurdu benim için. Oyun bittikten sonra boş sahnedeki saksı çiçeğinin fotoğrafını çeken insanlar güzel bir metafor olurdu benim için belki. Ama Nezaket Erden’in yukarıda bahsettiğim röportajında yer alan şu cümleleri oyunun o son sahnesindeki ve sonrasındaki duygularıma tam olarak tercüman oldu:
“Bazen de hiçbir şey söylemeden sarılabilir miyim size diyorlar, sıkıca sarılıp gidiyorlar. Dirmit’e sarılma isteği doğuyor sanırım.”
Sen hiç durma Dirmit Kız emi!
Orijinali Esra Atahan olup 1984 yılında Balıkesir’de doğmuştur. Üniversiteyi kazandığı 2002 yılına kadar yaşamını bu şehirde sürdürmüştür. Üniversitede ekonomi bölümün kazanmış, çok da severek okumuştur. Birçok sosyal bilimcinin başına geldiği üzere kendini bankacılık sektöründe bulmuş, zaman içinde bunun nedenleri üzerine kafa da yormuş ancak işin içinden çıkamamıştır. Rus klasiklerini okumayı bir türlü beceremeyen zatımız, 30. Doğum gününde kendin hediye olarak Karamazov Kardeşler’i alıp 30. yaşı bitmeden kitabı bitireceğine kendi kendine söz vermiştir. Kitabı bitirdiğinde neden daha evvel okumadığına pişman olmuştur. Diğer pişmanlıkları arasında üniversitedeyken Erasmus’a gitmemek, bir enstrüman çalmayı öğrenmemiş olmak ve 2014 yılındaki Leonard Cohen konserine gitmemiş olmak gibi şeyler vardır. Eğer bir gün Alâeddin’in sihirli lambasını bulursa dileyeceği ilk şey patates kızartmasının her derde deva bir besin haline dönüşmesi olacaktır. Diğer iki dilek hakkında ise henüz karar vermemiştir. Gezmeyi, okumayı sever. Sahne sanatlarına ilgi duyar, diğer sanat dallarını da anlamaya heveslidir. Çaysız olmaz. Aile ve dostlar candır. Gittiği iş görüşmelerinde İK’nın meşhur “Kendinizi 5 yıl sonra nerede görüyorsunuz?” sorusuna “Bizim sokaktaki çay ocağının başında.” cevabını vermek ister. Çok hayal kurar, azını paylaşır. Bu yüzden insanların kendini mantıklı bulmasına hem hak verir hem de şaşırır. Her insan kadar fazlası her insan kadar da eksiği vardır.