Connect with us

Sepultura ile köklere dönüş

Neler Oluyor

Sepultura ile köklere dönüş

80’lerin ortasından 90’ların neredeyse sonuna kadar fırtınalar estiren ve metal bayrağını zirveye çeken en büyük gruplardan biri, Sepultura geçtiğimiz salı günü İstanbul’a konuk oldu.

Tabi yıllar içerisinde pek çok şey değişirken Brezilya’nın belki de futboldan sonraki en büyük ihracı olan Sepultura’da da değişim kaçınılmazdı.Grup yıllar içerisinde yenilenen tarzı, gelip giden üyeler, yaşanan anlaşmazlıklar sonrası belki de Derrick Green döneminin müzikal anlamda en oturmuş dönemini yaşıyor. Zira Max gruptan ayrıldığı zaman değişen tarzları pek çoklarının eleştirisine maruz kalmış daha eski ya da tutucu diyebileceğimiz kitle bir süre yeni albümlere oldukça mesafeli yaklaşmıştı.

Dürüst olmak gerekirse ben de onlardan birisiydim ve süresini hatırlamamakla birlikte uzunca bir süre yeni albümlerinin kapaklarını dahi açmadığımı anımsıyorum. Bilmiyorum belki de o dönem içten içe Max’in gruba döneceği beklentisi taşıyordum. O’nun diğer projeleri Soulfly  ve Cavalera Conpiracy’yi de takip ederken dönüp dolaşıp eski ve yeni Sepultura albümlerinde buldum kendimi. Artık eski gruplara duyduğum özlemden mi yoksa bendeki olgunlaşmadan mi kaynaklanıyor bilemiyorum ama yıllar içerisinde grubun bu yeni versiyonuna yeşil ışık yakmıştım. İşte bütün bu dönüşüm süreçleri sırasında 3-4 kez konsere gelmelerine rağmen bu durum beni hiç cezbetmemişti;ta ki 30 Nisan konser haberini alana kadar.İçgüdüsel olarak biletlerin çıktığı hafta Biletix yerine,gidip Akmar’dan bir tane edindim.

Sanırım biraz gecikmeli de olsa yeni Sepultura’ya hazırdım. 🙂

Geçen sene Dream Theater’ın hastası olduğum albümü Images & Words’un Dünya turnesindeki İstanbul konserine biletim olmasına rağmen son anda gidemeyişim Sepultura için de ufak bir tedirginlik yaratsa da neyse ki bu kez benzer bir durumu yaşanmadı.

Konser günü geldiğinde ne ile karşılaşacağımı bilmeme rağmen merak ettiğim şeyler de yok değildi. Bir kere en başta daha önce hiç bu çapta bir stadyum grubunu böyle küçük bir mekanda izlememiştim ve çıkacak sonucu, oluşacak ortamı,ses ve ışık sistemini oldukça merak ediyordum. Mekandan başlayacak olursam her ne kadar bu çapta bir grup için çok küçük olsa da mevcut şartlarda ziyadesiyle tatminkar olduğunu söyleyebilirim.

Ben mekana gittiğimde kalabağının ciddi bir kısmı dışarıda bira&sohbet faslındaydı ve daha rahat bir keşif yapıp iyi bir yere konumlama düşüncesiyle zaman kaybetmeden içeri girdim. O esnada ön grup sahnedeydi hiç de fena soundları yoktu. Çok kısa olarak Hammer Müzik standına göz attıktan sonra turnenin hatıra tişörtü işini konser sonuna saklayıp arka köşeye barın önüne geçip biramı aldım. Artık konseri izlemek için ideal yerde olduğumdan emin olup ön gruba kulak kabartmaya başlamıştım ki tam olarak ne dediğini anlamadığım birisi gelip sahnenin kenarında backstage kapısına yakın bir yeri tarif etti.

Şansımı denemek istedim ve tarih ettiği yer grubun ses ve ışık sisteminin kontrol edildiği masanın arkası çıktı. Şanslı günümdeydim.

21:30 olan başlangıç saatinin tutturulamayacağını tahmin etmek için alim olaya gerek yoktu zira ön grup zaten 21:25’te sahneden inmişti. Saatler 22:00’yi gösterdiğinde intro girmiş ve seyirci de Derrick Green döneminin demlenmiş ve Eloy Casagrande ile dinamizm kazanmış Sepultura’sına hazırdı.

Intro olarak kullanılan Policia da tüyler diken diken oldu ama ilk şarkı olan Bestial Devastation’u görece olarak pas geçen benim için konser, ikinci şarkı ve aynı zamanda da kişisel favorilerimden olan Troops Of Doom ile gerçek anlamda başladı ve birkaç metre önümde sahnede çalan grubun Sepultura olduğunu idrak ettim.Setlistin eski/yeni dağılımı sanıyorum seyircinin genelini tatmin etmiştir. İçlerinde Territory, Attitute, Dead Embryonic Cells,Beneath The Remeans gibi şarkılarla ortama gümbür gümbür giren grup adeta ilk dönem Mike Tyson gibi seyirciyi nakavt etmeye kararlı olmuş olacak ki yaklaşık 45 dakika neredeyse hiç konuşmadan cayır cayır çaldılar.

Dokuz ya da onuncu şarkıdan sonra kontağı kapattıklarında Anreas grubun 35. yılını kutladıklarından bahsedip seyriciyi selamladı. İyi müziğe ilave olarak iyi iletişim de olunca konserin seviyesi bir tık daha yükseldi ve seyirci de grubun sıcak tavrına benzer karşılık verince ortaya şahane bir ortam çıktı.

Andreas’ın konuşması sonrası konserin ikinci kısmı ise setlistin Kaiwos, The Vatikan, False gibi 2000 sonrası, yani nispeten daha yeni şarkılardan oluşan bölümünü içeriyordu. Son albümdeki favorilerimden olan Phantom Self bu kısımda benim için zirve noktaydı. Bütün bunların ortasında basçı Paulo Jr.’ın doğumgününün sahnede kutlaması ise pastanın üzerindeki çilek gibi durdu.

Derrick Green de kutlamadan önceki konuşmasında turnedeki en iyi seyircinin İstanbul’da olduğunu belirtti ve biz de bunu ‘inanmak istediğimiz yalanlar’ kategorisine aldık. (Bu yorumu seyirci kötü olduğu için değil bu klişe sözün neredeyse her konserde söylenmesinden dolayı yapıyorum.) Ancak grup beklenildiği üzere altın vuruşu sona saklamıştı ve Arise, Refuse-Resist, Ratamahatta ve Roots ile adeta vurdu geçti. Sahne önünde konser boyunca olmayan – ya da benim atladığım –  mosh pit de bu bölümde oluştu. Akabinde jet hızıyla giren enfes outro You Make My Dreams ile seyirciyi selamlayıp sahneden indiler.

                                                  
Seyirci yavaş yavaş dağılmaya başladığında Hammer standına geçerken mosh-pit alanındaki hasarı da gözlemlemiş oldum. İşte bunlar hep Roots etkisi olarak hafızalara kazındı. Konserin ortalama yorumu için ise çok rahat outro olarak çaldıkları şarkının adının hakkını verdiklerini söyleyebilirim.

Bir daha gelseler gidilir mi?Kesinlikle evet.Tıpkı Paulo JR.’nin Instagram postunda söylediği gibi: ‘Till next time \m/ Sanıyorum daha uzunca bir süre Spotify listelerimiz Sepultura ağırlıklı olacak.

Continue Reading

More in Neler Oluyor

To Top